top of page

Artık Trabzon'un da Bir Film Festivali Var


Trabzon Uluslararası Film Festivali’nde Yarışan Filmler "TUFFEST ve Altın Kemençe Ödülleri" İçin Geri Sayıma Başladı!

Bu sene 16-26 Ağustos 2017 tarihleri arasında spor ve gençlik temasıyla ilk defa düzenlenen Trabzon Uluslararası Film Festivali'nin İstanbul'da yapılan görkemli lansman toplantısından sonra aldığım davet ile hem Karadeniz havasını içime çekmek, hem de festivali sıcağı sıcağına takip ederek organizasyonu yerinde gözlemlemek için Trabzon'daydım.

Grand Cevahir Otel'de yapılan lansman gecesinde Festival Yürütme ve İstanbul Trabzon Federasyonu Başkanı Dursun Çağlayan'ın "Antalya'dan daha iyisini yapacağız" şeklindeki iddialı göndermesi üzerine meraklı bir beklenti içinde gittiğimi söylemeliyim.

Bu iddialı söylemle ilgili bu sene için herhangi bir yorum yapmayacağım. Zira sıfırdan bir şey yapmak, festival düzenlemek meşakkatli bir iş, markalaşma da zaman isteyen bir süreçtir. Zaten festival komitesinin kendisine koyduğu hedef de önümüzdeki seneydi. Fakat gelecek sene bu hedefe ulaşabilmeleri için naçizane görüşlerimi ve önerilerimi şimdiden söylemiş ve aktarmış olayım:

- Öncelikle lansman gecesinden yola çıkarak söylemeliyim ki yerel yönetimlerin, siyasi iradelerin yönlendirmesiyle, baskısıyla bir festivalin kimlik kazanamayacağı artık bilinen bir gerçek. Bir festival kesinlikle bağımsız olmalı. Siyasi iradelerin boy gösterdiği bir ortamdan ziyade sanatçıların ve halkın bir araya gelerek birbirilerine ulaşabildiği bir alan sağlamalı.

- Bu sene Antalya Film Festivali'nin ulusal yarışma kategorisini kaldırdığı açıklamasını fırsata çevirerek yönetmenlerin filmlerini göndermek için öncelikli tercih edeceği bir festival olma yolunda bir ilerleme kaydedebilmek için festivalin gündem oluşturmaya ihtiyacı var.

- Filmlerin ilk gösterimlerini Trabzon'da yaparak diğer festivallere ve dünya pazarına bu festivalden çıkması için gerekli koşul ve zemini sağlamayı tercih edebilir.

- Uluslararası ibareli bir festivalin yurtdışından davet edilen sanatçı/yorumcularla programını zenginleştirmesi göz ardı edilmemeli. Eğer böyle bir organizasyon sağlanılmayacaksa uluslararası ifadesinin kullanılmaması daha doğru olacaktır.

- Festival demek ekip işi demektir. Sadece bir kaç kişinin pek çok şeyi koordine etmesini beklemek doğru bir yaklaşım değil. Sağlıklı bir koordinasyon için yeterli ekip oluşturulmalı, eşit görev dağılımı yapılmalı, ve festival sürecindeki tüm koordinasyonlar için kaynak bulundurulmalı.

- Festivalin görünürlüğü için haber servislerini düzenli yapan bir ekiple çalışılmalı.

- Sinema yazarları ve basın kontenjanı daha geniş tutulmalı. Eğer festival komitesi yaptığı işe güveniyorsa basını davet etmekten korkmamalı.

- Festivallerin başarısının ölçümü, sona erdikten aylar ve hatta yıllar sonra, şehirde ve insanlarında ve hitap ettiği kitlede ve piyasada bıraktığı izlerle ortaya çıkar. Bu anlamda TUFFEST ekibi festivalin yapıldığı coğrafyaya mutlaka katkı sağlayacak içerikler üretmeli, ardında uzun vadeli faydalar bırakmalıdır.

Nihayetinde şehirler festivalleriyle daha güzel. TUFFEST ekibi de zorlu bir işin altına girerek Trabzon'a bir film festivalini kazandırdılar. Dilerim daha nice uzun yıllar yükselen bir ivmeyle sinemayı bulunduğu coğrafya ile buluşturmaya devam eder.

Ulusal Sinemaya Destek

Festivalin “Uluslararası Uzun Metrajlı Film Yarışması”nda en iyi film, en iyi yönetmen, en iyi senaryo ve en iyi müzik dalında kazananlar “Altın Kemençe” ile ödüllendirilirken, jürinin seçeceği kişilere Trabzon adına “Altın Kemençe Vefa Ödülü” verilecek. Seçici kurul gerekçesini açıklayarak Karadeniz’e katkısı olan Karadenizli olmayan bir ismi “Altın Kemençe Karadeniz’e Katkı” ödülü ile ödüllendirecek. “Yaşam Boyu Altın Kemençe Trabzon Uluslararası Film Festivali Ödülü” ise bu yıl Osman Şahin’e verilecek.

Festivalin “Ulusal Uzun Metrajlı Film Yarışması”nda “En İyi Film” 100.000 TL, “En İyi Yönetmen” 20.000 TL, “En İyi Senaryo” 15.000 TL, “En İyi Müzik” 15.000 TL, “Ulusal Kısa Metrajlı Film Yarışması”nda birincilik ödülü 18.000 TL, ikincilik ödülü 7.500 TL, üçüncülük ödülü 5.000 TL, “Ulusal Belgesel Film Yarışması”nda birincilik ödülü 18.000 TL, ikincilik ödülü 7.500 TL, üçüncülük ödülü 5.000 TL olarak açıklanmıştı.

Festivalin takip ettiğim Ulusal Uzun Metraj Kategorisi'nde yarışan filmlerini, İsmail Güneş'in başkanlığındaki Ahmet Hoşsöyler, Aytekin Çakmakçı, Murat Pınar Özdemir ve Sayım Çınar'dan oluşan TUFFEST jürileri hafta boyunca yoğun bir şekilde filmleri izleyerek değerlendirmeye aldılar. Her biri kendi alanında başarılı işlere imza atmış olan değerli jüri üyelerinin kararı doğrultusunda ödüller 26 Ağustos 2017 Cumartesi akşamı saat 20:00 itibariyle KTÜ Atatürk Kültür Merkezi'nde yapılacak olan ödül töreniyle sahiplerini bulacak.

Değerli jüri üyelerinin kararını merakla bekleyen biri olarak bir kısmını daha önceki festivallerde bir kısımını ise ilk kez Trabzon Uluslararası Film Festivali'nde seyrettiğim Ulusal Uzun Metraj Kategorisi'nde yarışan filmlere dair yorumlarımı da sırası gelmişken özetle paylaşmış olayım.

Aşık (2016)

Bilal Babaoğlu'nun ilk sinema filmi olan Aşık; dünyaya mal olmuş Türk halk ozanı Veysel Şatıroğlu'nun hayatından esinlenerek çekilmiş. Filmin hem senaristliğini hem de yönetmenliğini üstlenen Babaoğlu her ne kadar filmin bir Aşık Veysel biyografisi değil, kurmaca bir aşk hikayesi olduğunu söylese de Aşık Veysel'in ilk türküsünü yakana kadarki olgunlaşma dönemi üzerinden ilerleyen ve ilk türküsünü yaktığında da nihayete eren filmin, Veysel'in karşılıksız aşk evliliği yaşadığı dönemi konu edindiği de bir gerçek. Filmi "Aşık Veysel" çerçevesinden bağımsız olarak, gerçekten kurmaca bir aşk hikayesi olarak seyretmiş olsaydım bende daha olumlu bir iz bırakacağını söyleyebilirim. Fakat yaşadığı zorluklara ilave olarak arkadaşsızlık acısı çeken, sefalat içinde bedbin, umutusz ve mahzun bir hal içinde münzevi bir ruhla hayatını idame ettirdiğini düşündüğüm Aşık Veysel imgelemi ile Emirhan Kartal'ın hayat verdiği Veysel'i birbiri ile bağdaştırmakta zorlandım. Yine de bir Anadolu hikayesi olarak ele alacak olursam seyredilesi bir film.

Bulutların Ardında (2017)

Karadeniz’in yaylalarında doğayla iç içe geçen bir çocukluk aşkı hikayesini konu eden ve müthiş bir manzarayla açılan filmin ilk sekansı ile seyircinin ağzına bir parça bal çalan Bulutların Ardında; sonrasında filimin yönetmeni Kaan Atilla Taşkın'ın sinema ile ilgili teorik ve pratik çalışmasından öteye geçemiyor ne yazık ki. İlk filmini gerçekleştirecek yönetmenler için Sinema Destekleme Kurulu'ndan verilen desteklerden faydalanamayınca belli ki kısıtlı imkanlarıyla hayata geçirmek zorunda kaldığı ve tamamen ailevi imkanlar ile çektiği görülen filmin oyuncu kadrosunda da akrabaları ve köylüleri yer alıyor. Yönetmen bu filmi için Sinema Destek Kurulu'ndan herhangi bir kaynak sağlamış olsaydı daha iyi bir film çıkar mıydı ortaya bundan da emin değilim. Zira film hiçbir açıdan iz bırakacak bir yaratcılığa, hikaye örgüsüne ve sinemasal bir başarıya sahip değil.

Eşik (2016)

İstanbul Film Festivali'nin Yeni Türkiye Sineması programından başlayıp Karlovy Vary Film Festivali'ne kadar çeşitli film festivalinin yarışma seçkisine dahil olan, Köprüde Buluşmalar kapsamında Türkiye-Almanya Ortak Yapım Fonu tarafından desteklenen Eşik filmi hala festival yolculuğuna nasıl devam ediyor ve özellikle de yarışma seçkisine nasıl dahil oluyor merak ediyorum. Erkan Tahhuşoğlu ve Ayhan Salar’ın yönettiği film farklı kuşaklardan iki kadının hikayesini odağına alırken gerek hikayesiyle gerek karanlık ve iç karartan görüntü kalitesi daha doğrusu kalitesizliğiyle 83 dakika boyunca beni resmen sıkıntıdan kıvrandırdı ve tahammül sınırlarımın eşiğinde dolaştırdı.

Genç Pehlivanlar (2016)

Hayata çocukların gözünden bakabildiğimiz her an nasıl bir farklılık kazanıyorsa, sinemada da yönetmenin bir çocuğun gözünden anlattığı hikaye bir o kadar zengin ve güçlü oluyor. Daha önce başarılı pek çok filmde yapımcı olarak karşımıza çıkan Mete Gümürhan'ın bu defa yönetmenliğini üstlendiği Genç Pehlivanlar, seyirciyi doğrudan çocukların dünyasına götüren ve mücadele içinde geçen bir büyüme sürecini anlatıyor. Film, Türkiye'nin ilk yatılı güreş okullarından biri olan Amasya Güreş Eğitim Merkezi'nde geçiyor. Bir müsabaka öncesinde çocukların birbirleri ile rekabet içinde hazırlık yaptığı süre boyunca aralarındaki ilişkilerini ve doğal performanslarını ustalıkla perdeye taşıyan yönetmen, genç bedenlerin güven, bağımsızlık, şiddet, cesaret ve saldırganlık, güç, yarışma ve başarı, duyguların kontrolü, erkekler arası yakınlaşma ve sevecen davranışlardan kaçınma, yeteneklerini geliştirme, bireysel başarı için mücadele etme, otoriteye karşı çıkma, diğerleri üzerinde etki ve baskınlık kurma gibi yaşam boyunca sürekli korunması ve her defasında bir başkası tarafından onaylanması gereken zorlu bir kimlik yolculukluğuna dair duyarlı hikaye anlatımıyla 90 dakika boyunca hem naif, hem eğlenceli, hem de dokunaklı bir seyir zamanı sağlıyor.

Kalandar Soğuğu (2015)

Umut Adası filmiyle ilk yönetmenlik deneyiminden sonra Mustafa Kara ikinci uzun metrajlı filmi olan Kalandar Soğuğu'yla da varoluşun peşinden emin adımlarla giden br yönetmen olarak sinemasal tavrını ve tarzını daha şimdiden ortaya koyuyor. Pek çok seyirci ve hatta yönetmen nezdinde sıkıcı bulunabilecek; gerçek yaşama, hayatın kendisine dair şeyleri ele almaktan kaçmayan Mustafa Kara, hayatın yapay ritmini en alt seviyeye indirerek tamamen atmosferi ön plana çıkardığı Kalandar Soğuğu'nda varoluşsal yıkımın karakterler ve mekanlarda bıraktığı tortuyu ustalıkla tasvir ediyor. Karadeniz'in bir dağ köyünde geçen filmde, ailesiyle birlikte yaşayan Mehmet'in üzerinden hiçbir yere gidemeyen gitse de dönemeyen insanların hikayesinde yoksulluk, ahlaki çürüme, yozlaşma, mücadele ve her şeye rağmen umut kavramları filmin kendi ritminde yerlerini kusursuz bir şekilde buluyor. Başta Haydar Şişman ve Nuray Yeşilaraz'ın övgüye değer oyunculukları olmak üzere Hanife Kara, İbrahim Kuvvet, Temel Kara'nın birbirleriyle ve doğal yaşam alanları ile uyumları Türk sinemasının çıtasını yükselten bir başarı olarak örnek teşkil ediyor.

Kasap Havası (2015)

Televizyon dünyasına yaptığı işlerle tanınan Çiğdem Sezgin'in ilk uzun metrajlı sinema filmi Kasap Havası, kadın-erkek ilişkileri ve aile ile toplum baskısı çerçevesinde ilerleyen, toplumsal rolleri sorgulayarak evlilik kavramıyla yüzleşme sağlayan bir film. Yaşadığımız Türkiye gerçeğine çok yakın bir anlatımla çıkmaz bir sokakta bir arada olmaması gereken insanların hikayesinde, annesinin istediği kızla nişanlanmak üzere olan taksi şoförü Ahmet’in, kendisinden yaşça çok büyük olan terzi Leyla ile tutkulu bir ilişkiye başlamasını konu ediyor. Bu ilişkideki kırılmalarla birlikte hikaye biraz karmaşıklaşsa da yüzleşmeler, hesaplaşmalar, kadın-erkek ilişkisine ve arada kalanların özgürleşme çabasına dair bir bakış atmamıza fırsat sağlıyor.

Mavi Bisiklet (2016)

İlk gösterimini yanlış hatırlamıyorsam İstanbul Film Festivali’nde yapan ancak adını sürpriz bir şekilde Antalya Film Festivali’nde aldığı ödüllerle duyurabilen Mavi Bisiklet ilk aşamada bir tiyatro oyunu olarak yazılmış akabinde senaryolaştırılmasına karar verilerek altı yıllık bir hazırlık/çalışma sürecine nail olmuş. Sinemada dünyaya çocukların gözünden bakabilen hikayeleri severim. Fakat çocukluğu metaforik bir anlatım biçimiyle ele alarak, onu masumiyetiyle yüceltip bir toplumsal reçete olarak sunmak yerine metonimik anlatım tarzıyla yaklaşıp yetişkin dünyasının bakışını çocuklar üzerinden anlatmayı tercih eden yapımların samimiyetine şüpheyle yaklaşırım. Ümit Köreken'in ilk uzun metrajlı filmi Mavi Bisiklet'i bu kapsamda değerlendirecek olursam; ailesini geçindirebilmek için boş zamanlarında bir lastikçide çalışan 13 yaşındaki Ali'nin kazandığı haftalıktan kendisine düşen birkaç liralık bahşişle hayalini kurduğu mavi bisikleti alabilme yolunda ilerleyen hikayesinin aktarımında bir iyi niyet olduğunu, sektördeki tecrübesizliklerine rağmen seyredilebilir bir film ortaya koyduklarını söyleyebilirim. Fakat yönetmenin kendisinin bile beklemediğini söylediği ödüllerin doğrusu beni de şaşırttığını söylemek isterim.

Memleket (2015)

Murat Saraçoğlu'nun Anadolu'dan beslenerek çektiği Memleket filmi bir köy evinde yaşayan üç kişi üzerinden metaforik bir hikaya anlatmaya çalışan minimal bir film. Halfeti civarında, sular altında kalmış bir köyde çekilen film oğulları ve gelinleri oradaki mezarlıkta yattığı için köyü terk edememiş yaşlı bir karı koca ve onların yetimi olan torunlarının gündelik yaşamına odaklanıyor. Film; doğduğun değil, doyduğun yer söylemine de tersten bakan bir yaklaşımla memleketin hüznü, yetimlik duygusu, doğruların, yanlışların, acıların pek de dillendirilmeden geçmişte bırakılması, unutulmaya çalışılması üzerine düşündürmeye sevkeden bir seyir sağlıyor.

Mezarcı (2016)

Talip Karamahmutoğlu'nun Osman Şahin'in öyküsünden uyarlayarak sinemaya aktardığı yeni filmi Mezarcı kısa bir süre önce gösterime girerek vizyon yolculuğuna başladı. "Züğürt Ağa" ve "Kibar Feyzo" başta olmak üzere Türk sinemasına 23'e yakın hikaye kazandıran usta yazar Osman Şahin'in beyazperdeye aktarılan öyküsü Mezarcı filminin müziklerini ise Erkan Oğur bestelemiş. Her şeyden önce Emre Altuğ'nun sinemasal kariyerine pek alışabildiğimi söyleyemem. Bir popüler kültür ikonu edası ve havası sezdiğim için üstlendiği rolleri önyargısız bir şekilde seyretmeyi henüz başaramıyorum. Bunun yanı sıra filmin kurgusunda, müzik kullanımında ve oyunculuklarında bazı sıkıntılar olduğunu düşünsem de filmin kara mizah hikayesi, farklı kültürlerin birbirleriyle harmanlanması, sinematografisi, Ege'nin güzelliği, Anadolu'nun hüznü yüreğime değen şeylerdi. Hele de zeytinlik meselesini işlemesi takdire şayandı. Zeytin ağaçları hala ayaktaysa hep bir umut var, umudumuz hep var.

Rüya (2017)

Derviş Zaim'in dokuzuncu uzun metrajlı filmi Rüya, yönetmenin kendi tabiriyle "özgürlük", "determinizm", "kader" üzerine sorular sormaya çalışan bir film. Filmografisinde yer alan çalışmalarda yaşadığımız coğrafya ve kültürden olabildiğince beslenerek varoluş meselesini her daim daha zengin bir dil ve derinlikli bir üslup ile anlatmayı tercih eden Zaim bu filminde de doğayla geleneği birbirine harmanlayarak katmanlı bir hikaye ile seyirci karşısına çıkıyor. Christopher Nolan'ın Başlangıç (Inception, 2010) ve Yıldızlararası (Interstellar, 2014) gibi paralel evrene dayanan çok katmanlı bir dünya düzeninde geçen filmlerinde yönetmenin rüya-gerçeklik ilişkisi ve döngüsel zaman kullanımını hayranlıkla izlemiş biri olarak, Derviş Zaim'in bir kadının bilinçaltının derinliklerinde gezen, metaforlarla örülmüş, içsel değişimini mitlerden yararlanarak anlattığı bu filmini takip etmekte ve anlamlandırmakta zorlanmadığımı söyleyebilirim. Fakat karakter geçişleri filmden kopmama sebep olduğu için kurgusal bir bütünlük çerçevesinde ilerlemediğini belirtebilirim.

Son Kuşlar (2016)

Bedir Afşin'in ilk uzun metrajlı filmi "Son Kuşlar", Sait Faik Abasıyanık'ın 1952 yılında yayınlanan hikaye kitabında yer alan aynı isimli öyküde olduğu gibi; tabiatın yok edilmesine karşı çıkan çevreci bir anlayışı kendi içine kapanmış muhafazakar bir köy ahalisinin batıl inançlarıyla harmanlayan ve korkuları, sevgileri, kinleri ortaya çıkaran bir film olmuş. Filmden çıkarılacak bir ders varsa, doğaya saygı duymamız gerektiğidir.

1. Trabzon Uluslararası Film Festivali'nin Ulusal Uzun Metraj kategorisinde yarışan Olgun Özdemir'in Mor Ufuklar ve Selma Kılıçaslan'ın Bütün Saadetler Mümkündür filmlerini henüz izleme imkanı bulamadığım için herhangi bir yorum yapamıyorum. Fakat değerli jüri üyelerinin değerlendirmeleriyle birlikte 26 Ağustos 2017 Cumartesi günü yapılacak ödül töreninde açıklanacak olan kazanan filmleri ben de şimdiden merakla bekliyorum.

Tanıtılan Yazılar
Son Paylaşımlar
Arşiv
Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page