top of page

Gelecekten Haber Veren Filmler

Dünya üzerinde ilk kez 1960’lı yıllarda görülen ancak bundan üç ay önce ilk kez mutasyona uğrayarak insan bünyesinde de etkili olduğu gözlemlenen, bilimsel literatürde 2019-nCoV olarak adlandırılan Koronavirüs (ya da Coronavirüs), halk arasında Domuz Gribi olarak da bilinen A (H1N1) gibi tüm dünyayı korkutmaya ve etkilemeye devam ediyor.

Domuz Gribi'yle ilgii ilk vakanın Meksika’da 24 Nisan 2009 tarihinde ortaya çıkması ve kısa sürede Amerika ve Avrupa’ya sıçrayarak insandan insana bulaşma potansiyeli tespitini takiben Dünya Sağlık Örgütü’nün 6 aşamalı tehlike uyarısının alarm düzeyini “Evre 5” olarak ilan etmesi ile birlikte gribin yol açtığı “salgın” endişesinden yeni yeni kurtulabilmişken yeni bir yıla Koronavirüs etkisiyle başlamak insanı tarihsel süreçte yaşanan benzer durumlara yeniden bir bakış atmaya sevk ediyor.

1918 yılında İspanyol Gribi, 1957 yılında Asya Gribi, 1968 yılında Hong Kong Gribi gibi dünya tarihinde birkaç kez patlak veren ve milyonlarca insanın ölümüne yol açan enflüanza virüsünün genetik yapısındaki değişikliğine bağlı bir alt tipi olarak 2009 yılında Meksika’da başlayan Domuz Gribi salgınıylaa ilgili İngiltere Tıp Araştırma Enstitüsü Doktoru John McCauley’in; “Şu ana kadar bütün vakalarda hafif grip belirtisi görülüyor. Dolayısı ile Meksika dışında kimse ölmedi. Yani virüsün etkisi zayıflıyor ve birkaç hafta öncesine kıyasla daha az ölümcül bir virüse dönüşüyor olabilir, [ii]” açıklamasına ilave olarak İngiltere Hükümeti Sağlık Başdanışmanı Sir Liam Donaldson “Büyük bir olasılıkla Meksika’daki vakaların gerçek rakamını tam olarak bilmiyoruz. Orada durum biraz karışık. Bildirilmemiş olan çok daha fazla sayıda vaka olabilir. Dolayısıyla ölenlerin sayısı vaka sayısına oranla görünenden daha küçük olabilir. Bir diğer olasılık ise, ABD ve diğer domuz gribinin görüldüğü bazı ülkelerde antiviral ilaçlar hastalara kısa sürede verilebiliyor. Meksika’da ise bu ilaçlar hastalara etki yapacak kadar hızlı sağlanamamış olabilir. Aradaki fark bu şekilde açıklanabilir, [iii]” demeci Meksika televizyonunun efendisi ve sahibi don Emilio Azcarraga’nın dile getirdiği “Lanetlenenler her zaman lanetlenecektir, [iv]” düşüncesini bir kez daha akla getiriyor.

Domuz Gribi salgının ortaya çıktığı yıl ülkemizi bekleyen durumla ilgili yetkililerden “Hamdolsun ki Türkiye’yi teğet geçecektir. Boşuna ortalığı karıştırmasınlar. O virüs müdür, domuz mudur anasını da alıp gidecektir,” gibi bir açıklama beklerken 24 Ekim 2009 akşamı itibari ile Ankara’da bir hastanın hayatını kaybetmesi ve Amerika’nın eş zamanlı olarak olağanüstü hâl ilan etmesi salgının ciddiyetine işaret ederek tansiyonların bir derece daha yükselmesine sebep olduğu zamanlardı.

Bu 11 yıllık süreçteki salgın seyrine yönelik Sağlık Bakanlığı'nın geçtiğimiz günlerde konuyla ilgili "Vaka sayıları ve artış hızı geçen yıllarla benzer oranda seyretmekte olup virüs tipleri ve pozitiflik oranlarında olağanüstü bir durum söz konusu değildir," ifadelerini kullanarak yüreklere su serpmeye çalışmasını takiben Ordu’da aniden hastalanarak hastaneye getirilen ve tedaviye cevap veremeyerek hayatını kaybeden Yener Demir’in vefat sebebinin H1N1 virüsünün olduğunun anlaşılması, benzer şekilde İstanbul Büyükçekmece’deki bir hastanede yine aynı şüpheyle tedavi altına alınan iki hastanın yoğun önlemlerle başka hastanelere sevk edilmesi, üzerinden ne kadar yıl geçmiş olsa da bu virüsün etkisiyle ilgili soru işaretlerinin ne yazık ki önüne geçemiyor.

Dolayısıyla Domuz Gribinin 11 yıllık sürecin sonunda hala etkin olduğunu göz önüne alınca, Çin’in Wuhan kentinde Aralık 2019’da ortaya çıkan, başlarda kaynağı bilinmediğinden “gizemli hastalık” olarak anılan ve milyonlarca kişinin karantina altına alınmasına sebep olan yeni tip Koronavirüs’ün dünyaya hızla yayılması her geçen gün ülkemizde de salgın korkusunu körüklemeye devam ederken, bunun henüz bir başlangıç olabileceği ihtimali çok da gerçek dışı gelmiyor.

Şok Doktrini

Tüm dünyada baş gösteren ekonomik krizlere ilave olarak ülkelerin birbirleriyle olan ilişkilerinin gergin olduğu şu dönemde ABD’nin “ticaret savaşı” halinde olduğu Çin’in de devreye girmesiyle ortaya çıkan 3. Dünya Savaşı’nın ayak seslerini bir nebze bastıran Domuz Gribi (A-H1N1) ve Koronavirüs (2019-nVoC)’e sadece bir sağlık vakası olarak değil genel bir sosyal ve ekonomik problem olarak da yaklaşılması gerektiğini düşünenlere hak vermemek elde değil.

Medyada kimi zaman örtbas olup sözü edilmeyen komplo teorisi niteliğindeki birçok haber Naomi Klein’in ‘’Şok Doktrini [v]’” teorisini anımsatıyor.

Bu teoriye göre; büyük ölçekli bir değişim gerçekleştirmek için bir felakete ihtiyaç var; savaş, doğal afet, darbe veya terörist salgını gibi. Çünkü felaket anında, halkın dikkati başka yöne çekilir, kolektif şok yaşayan bir halk birçok değerinden vazgeçebilir. Kısaca daha itaatkâr olur.

Bir bakıma böylesi bir teoride “eğer savaş yaratamıyorsan hastalık yarat ki dünya ekonomisi yeniden çalışabilsin [vi]” amacı kendini gösteriyor. Bu ise doğrusu Makyavelizm akımının “amaca giden her yol mubahtır” öğretisi ile birebir örtüşüyor.

Gelecekten haber veren filmler

Henüz tüm bu gelişmeler gerçekleşmeden önce 2002 yılında çekilen “28 Gün Sonra [vii]” ve devam niteliğinde 2007 yılında çekilen “28 Hafta Sonra [viii]” ile birlikte “İstila [ix]” filmlerinin yanı sıra 2008 yılında Jose Saramago’nun kitabından beyazperdeye aktarılan “Körlük [x]” filmleri benim için hep gerçekleşecek bu olayların habercisi niteliğindeydi.

Tüm bu senaryoların ortak noktası olan virüsler, “28 Gün Sonra” ve “28 Hafta Sonra” filmlerinde bastırılmış öfkeyi tetikleyen bir güdümlemede, “İstila” filminde gözlerimizin önünde gerçekleşen olaylara karşı maskelerimizi takıp duyarsızlaşmamızı sağlayan bir öğretide, “Körlük” filminde ise olan bitene karşı gözlerimize perde çekerek her şey güzel (miş) gibi yaşamayı tercih etmemizi salık veren biçimlerde canlıların yaşamını ele geçiriyordu.

Bu virüslerden kurtulabilmenin çözümü için ise gerek hükümet, gerek ordu, gerek polis kontrolünde kimi zaman bazı bölgelerin karantina altına alınarak kentlerin tahliye edilmesi kimi zaman oluşturulan kaos ortamı neticesinde bireylerin çaresizliği ön plana çıkıyordu.

Her ne durumda olunursa olunsun belletilmek istenen “kıyametin” kapımıza dayandığı, bu silsileden kurtulabilmek ve hayatta kalabilmek için açacağımız yolumuzda en faydalı yeteneğin “öldürme içgüdüsü” olduğu, sonunda virüsün ele geçirdikleri mi yoksa ele geçiremediklerinin mi mutasyona uğrayıp dejenere olduğu sorgulanan çarpıcı yapımlardı.

Şimdi korkun! Deli dana gibi, kuş gribi gibi, kırım kongo gibi, H1N1 gibi, Koronavirüs de hayatımızı tehdit eden bir virüs, bir enfeksiyondur. Her an bir canlıdan diğer bir canlıya musallat olabilir… mi?.. yoksa oluşturulmak istenen paranoid bir düzen midir?

Eduardo Galeano’nun Tepetaklak: Tersine Dünya Okulu isimli kitabında dikkat çektiği üzere; “Korkunun, iktidar sahipleri tarafından bir yönetim aracı olarak kullanıldığı böylesi dünya kentlerinde yürümek bir tehlike, nefes almak bir kahramanlıktır. İhtiyacın tutsağı olmayan korkunun tutsağıdır: Bazıları sahip olmadıklarına sahip olabilme arzusundan uyuyamaz, diğerleri sahip olduklarını kaybetme korkusundan. Tersine dünya bizi komşumuzu bir güvence değil, bir tehdit olarak görmemiz için eğitir; bizi yalnızlığa iter, kimyasal uyuşturucular ve sibernetik dostlarla teselli eder; eğer serseri bir virüs işini daha önce görmezse, açlıktan korkudan ya da sıkıntıdan ölmeye mahkûm oluruz.”

Evet, belki H1N1 ve Koronavirüs de diğer virüsler gibi ölümcül bir virüstür. Bunun üstesinden gelmeye çalışan bir toplumun en büyük hedefi sağlıklı yeni bir gelecek yaratma çabasıdır. Ancak unutulmamalıdır ki bu süreç boyunca önümüzdeki tek tehlike bu ölümcül virüs de değildir!..

Sağlık dolu nice keyifli günler dilerim.

[i] Kaynak: T.C.Sağlık Bakanlığı, Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü B100TSH0110001 sayılı genelgesi

[iii] Kaynak: Meksika'daki durum

[iv] Kaynak: Tepetaklak - Tersine Dünya Okulu, Eduardo Galeano, Çitlembik Yayınları, Çev.Bülent Kale, 2004, 340sy

[v] Kaynak: The Shock Doctrine

[vi] Kaynak: Meksika Devlet Burslu Yüksek Lisans Öğrencisi, Ekonomistler Platformu Gönüllüsü Serpil Ata

[vii] 28 Days Later, 2002, Yönetmen Danny Boyle

[viii] 28 Weeks Later, 2007, Yönetmen Juan Carlos Fresnadillo

[ix] The Invasion, 2007, Yönetmen Oliver Hirschbiegel

[x] Blindness, 2008, Yönetmen Fernando Meirelles

Tanıtılan Yazılar
Son Paylaşımlar
Arşiv
Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page