Antalya Film Festivali'nde Neler Oluyor?
Bu yıl 54’üncü kez gerçekleşen Uluslararası Antalya Film Festivali hem festival yönetiminin aldığı kararlar hem de bu kararların sektördeki yansımaları nedeniyle oldukça tartışmalı başladı. Özellikle bu yıla kadar süregelen Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması ile Türk sinemasının eser üretmesini, üretilen eserlerin seyircisiyle buluşmasına katkılar getirmeyi amaçlayan festivalin bu sene Ulusal Yarışma kategorisi olmaksızın yoluna devam etme kararı daha uzun bir süre konuşulacak gibi görünüyor.
“Değişmeyen tek şey; değişimdir…”
Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Menderes Türel’in “Antalya’nın marka değerinin yükselmesi ve Türk filmlerinin uluslararası platformda yarışarak Türk sinemasının gücünü artırması” kararıyla aldıkları aksiyonun bence haklı gerekçeleri var. Klişe bir ifade ile söylemek ve kabul etmek gerekirse; değişmeyen tek şey değişimdir.
Markalaşma günümüz dünyasının en önem verdiği kavramlarından biri. Dünyada ve Türkiye’de markalar ticari hayatın olduğu kadar sosyal hayatın da en önemli oyuncusu olma yolunda hızla ilerliyor. Üretimden tüketime neredeyse her alanda kendimizi bir marka ile özdeşleştirip o markayla ifade ederek hayatımıza anlam katmaya çalışıyoruz. Şirketler ve hatta kişiler bile yarattıkları markanın itibarı ile kendilerine değer biçiyorlar. Hal böyle olunca kentler, bölgesel etkinlikler de markalaşma yolunda önemli adımlar atmak durumunda kalıyorlar.
“Küresel düşünüp yerel mi hareket etmek gerekiyor?”
Ancak günümüz dünyasının en büyük marka sahipleri, faaliyet gösterdikleri her yerde markalarının değerlerini korumak adına küresel ve yerel arasındaki dengeyi koruyarak haraket etmeyi tercih ediyor. Araştırma dünyasının önemli isimlerinden Nigel Hollis’in geçtiğimiz yıllarda yaptığı bir çalışmanın sonuçları bize gösterdi ki aslında “küresel marka” diye bir şey yok. Uluslararası alanda başarı elde etmeye çalışan markaların gerçek anlamda küresel ya da uluslararası bir başarıya ulaşabilmesinin dengelerinden biri de gerçek anlamda yerel olabilmeyi başarmaktan geçiyor.
Dolayısıyla dünya festivallerinin yapıldığı şehre kattığı değere öykünürken onların izlediği strateji belki de bizim coğrafyamızın kimyasına uymayacak. Öyle ki sinema dünyasında herkesin önem verdiği festivallere dönüşen Berlin, Cannes, Londra, San Sebastián, Sundance, Toronto, Venedik gibi festivallerin eminim çok azı “küresel olmak” hedefiyle başlatılmıştır. Bu festivallerin çoğu programlarındaki içerik zenginliği ile şehirlerindeki yerlerini sağlamlaştırmış markalardır ve organizasyonlarındaki bağımsızlıkları sayesinde neden sonra sektörün önem verdiği festivaller haline dönüşmüştür.
“Sevdirmek” en önemli anahtar kelime
Dolayısıyla Antalya Film Festivali için verilmiş olan bu kararın siyasi gerekçelerle ilgisi olmadığını söyleyenlerin samimi olduğu varsayımından yola çıkarak festivalin marka değerini yükseltmek adına atmış olduğu bu büyük adımda kendi yerelliğinden vazgeçmeden, seyircisinden sinemaya dair üretim yapan insanları küstürmeden, aksine aldıkları kararın arkasında duracak bir duygusal bağ kurması atacağı en önemli ikinci büyük adım olacaktır. Zira marka kavramında “sevdirmek” en önemli anahtar kelimedir. Üstelik küreselleşme yolunda yerel marka olgularını tamamen devre dışı bırakıp tasarruf konusunda kantarın topuzu kaçtığında kurumların bu hatadan geri dönmek için çok ciddi bir mücadele ile karşı karşıya kaldıkları tecrübe edilmiş bir gerçektir.
Madalyonun diğer yüzü
Bunun yanı sıra madalyonun diğer yüzene bakarsak sinema dernekleri ve meslek birliklerinin kamuoyuna yaptıkları açıklamar ve gösterdikleri tepkilerde de haklı gerekçeler var. Ancak film festival sezonu başlamadan tüm sene hangi festivale gideceğinin hayalini kuran, plan yapmaya çalışan, festival koordinasyonuna ulaşabilmek için ona buna haber salarak festivale dahil olmaya çalışan kişilerin festival daveti almayınca hem festivale hem de davet edilenlere saydırması nasıl bir meslek anlayışıdır anlayabilmek de mümkün değil. Kedi uzanamadığı ciğere mundar der misali…
Antalya Film Festivali’nin bu kararı sinema sektörü ve yazarları için bir turnosol kağıdı gibi oldu. Eğri oturup doğru konuşmak gerekirse; bu zamana kadar takip edebildiğim film festivallerinde ulusal kategoride yer alan çoğu filme yüz çeviren, hatta Türk filmlerine girmeyi zaman kaybı olarak görüp “Ben festivallerde uluslararası seçkiyi takip etmeyi tercih ediyorum” diyen, ulusal seçkide yer alan filmleri izlemeden dahi bir takım önyargılarla kıyasıya eleştiren ve her ulusal yarışma finali sonrasında “bu film, bu yönetmen, bu oyuncu, bu ekip bu ödülü nasıl aldı?” diyerek kararları eleştiren ve daha da ötesi vizyonda dahi “aynı parayı verip yabancı bir film seyretmek varken neden bu kötü Türk filmlerine gireyim ki” diyen kişilerin şu an Ulusal Yarışma’nın geri dönmesi için gösterdiği mücadeleyi hayretler içinde takip ediyorum. Sırf muhalefet yapmak için muhalif olmamak gerektiğini düşünüyorum.
Başrolde Sen Varsın Antalya
Bu sene Başrolde Sen Varsın Antalya sloganıyla başlayan ve Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Menderes Türel'in başkanlığı ve bir kültür-sanat girişimcisi olan Mirsad Purivatra'nın danışmanlığında gerçekleşen festivalin program direktörlüğünü Nesim Bencoya üstlendi. Antalya’yı uluslararası düzeyde “sinema dostu bir şehir” olarak tanıtmayı hedefleyen festivalin artistik direktörlügünü ise Avrupa’da pek çok festivalin yönetiminde yer alan, uluslararası alanda sayısız başarıya imza atmış film yapımcısı Mike Downey yer alıyor.
Açılış gecesine katılmak üzere gittiğim ancak kısıtlı bir zamanım olduğu için dönmek zorunda kaldığım Uluslararası Antalya Film Festivali'nde film maratonu sinemaseverler için hala devam ediyor. Ancak aşkımız sinema olunca saati pek umursayarak festivalden ayrılmadan; yapımcılığını Seyyid Muhammed Emin El-Hüseyni ve Film House’ın, yönetmenliğini ve senaristliğini ise Cannes ödüllü Bosnalı yönetmen Aida Begiç’in üstlendiği, “Bırakma Beni/Never Leave Me” filminin dünya prömiyerini seyretme imkanım oldum.
Türkiye’deki Suriyeli yetim çocukların hayatına odaklanan ve Suriyeli çocukların gerçek hikayesini yine Suriyeli yetim çocukların canlandırdığı “Bırakma Beni” sinemasal açıdan beklentimin altında kalsa da belkide çoğumuzun hayatı boyunca yaşamayacağı kadar çok zorlukla mücadele etmek zorunda kalan çocukların hayatına sinema ile bir ışık olma fikrini sevdim ve takdir ettim.
Bunun yanı sıra; Martin Scorsese’in efsane filmi Korku Burnu’ndaki rolüyle oyunculuk kariyerine başlayan aktris/müzisyen Juliette Lewis'in Uluslararası Antalya Film Festivali kapsamında gerçekleştirdiği MasterClass söyleşisi, oyunculuğa adım atmak isteyenler için çok ilham vericiydi.
54. Uluslararası Antalya Film Festivali kapsamında Antalya’da bulunan ve festivalin açılışında onur ödülü takdim edilen dünyaca ünlü efsane oyuncu Christopher Walken festivalin Master Class programında sinemaseverlerle bir araya geldi ve kendisine gelen soruları yanıtladı.