Sayım Çınar'dan Halil Ergün ile hayata, sanata ve insanlığa dair bir söyleşi!
Sayım Çınar, bu yıl 7'ncisi düzenlenen Malatya Film Festivali'nde Onur Ödülü'ne layık görülen Halil Ergün ile hayata, sanata, insanlığa, yaşamaya dair çok keyifli bir söyleşi gerçekleştirdi...
SAYIM ÇINAR
sayimcinar@gmail.com
Öncelikle bu röportajı kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederim Halil Bey, uzun zamandır yapmayı planladığım bir şeydi. Bu yıl Malatya Film Festivali’nin 7.si düzenleniyor. Çok önemli bir ödül aldınız. Onur ödülü aldınız. Sizinle ilgili Alican Sekmeç bir kitap yaptı. Önemli bir kitap, uzun sürede hazırlandı. Malatya’dasınız. Manevi değeri çok yüksek bir ödül aldınız. Neler hissediyorsunuz?
Elbette. Yaptığın işle ilgili seçtiğin meslekle ilgili bir ömrü doldurmuşsanız, kendinizce izler bıraktığınıza inanıyorsanız mütevazı bir şekilde inanıyorsanız, bir süre sonra veda etmeden önce bu işlerle hatırlanmak, değerlendirilmek ve ödüllendirilmek çok heyecan verici. İnsana iyi ki bu işi yapmışsın dedirtiyor. İyi ki yaşamışım! Çünkü günlük yaşantıdan bilirsiniz. Kör ölür badem gözlü olur derler, o duymaz güzel şeyleri. Yaşarken söylemek lazım. Helal olsun… Ya da yanlışsa da söylenmeli ki düzeltebilsin insan. Yaşarken olmalı insan ilişkilerinin birbirini beslemesi ancak böyle olur. Bu ödüller işte bu duyguya hizmet ediyor. Ben çok ödül aldım bunlar hayatımın en hoş resimleridir. Malatya Festivali’ne ilk defa geldim. Sahnede yeniden heyecanlandım o gün. Herkese ayrı ayrı teşekkür ettim. Festivalin olmasına çok sevindim. Bu festivaller çok çok önemli.
"HEP ÇOCUK KALMAK İSTEDİM"
Malatya zaten çok kısa bir sürede festival alanında çok önemli bir yere geldi. Hem uluslararası düzeyde hem ulusalda. Yaş geçtikçe insan yaşlanmıyor aslında yaşamadıkça yaşlanıyor. Siz de zaten hiçbir zaman yaşlanan bir sanatçı değilsiniz. Sürekli kendinizi yeniliyorsunuz. Bu durumu neye borçlusunuz?
Hiç yaşlanmayı düşünmedim, denemedim! Gençken de hani böyle konuşulur ya “kerli ferli adam olmaktan” benim hep ödüm kopmuştur. Oturaklı olmak mantığından. Bütün kötülüklerin, yolsuzlukların, baskıların hepsi oralardan gelir. Çılgınlar ve deliler daha çok ilgilendirir beni. Çocuk kalmak istedim hep. Bir de çok şey bekledik hayattan, güzel günlere, ülkenin daha güzel günlere koşmasını istedik. Bu yüzden daha yapılacak çok şey var.
Öğrenmeyi öğrenmek gerekir. Kitabınızın başında da oyunculukla ilgili de “Oyunculuk insanın kendisini keşfetme yolculuğudur.” diyorsunuz. Sürekli kendimizi keşfetmiyor muyuz?
Evet bir de “Aşk” illa ki iki cinsin birbirine duyduğu bir şey olmamalı. Yaşamanın aşkı var ya gökyüzünün, ayın, kokunun, meyvenin, nefesin, gülüşünün tüm bunların bütünü bende aşk. Bunlar besliyor beni.
Siz tiyatro geleneğinden geliyorsunuz. Sinemada bu yüzden çok daha başarılı oluyorsunuz. Katkısı nasıl oldu size?
Çok oldu. Fakültedeyken işin felsefesi üzerine, sanatın ne olup olmadığı meselesiyle ilgili tartışırdık hep. Sistematik yanlarını tartıştık. Sanat sadece şöhret olmak, sahneye çıkmak değildir. Bir hayat tarzıdır sanat…
Siz toplumsal meselelerle ilgilenen mülkiyeli, politik duruşu olan bir sanatçısınız.
Sanata böyle baktım ben. İlk başladığım zamanlarda artist olup beceremeyip yok olan insanlar gördüm. Artist olmaya gelip sonra setçi olan insanlar… Ama ben ve benim gibi arkadaşlar tiyatrodan gelenler özellikle silahlı geliyorlar, kuşanmış geliyorlar. Bu da size daha önemli bir hareket imkânı veriyor. Bir senaryoyu algılamak bir karakteri algılamak gibi şeyler…
Yaşamın çok içindeydiniz, oynamak için yaşıyordunuz. Bu da çok başarı getiren bir şey değil mi?
Evet ben hep derdim sokağın çocuğuyum diye. Tabii öyle sokak serserisi gibi bir şey değil bu. Kendime hiç ayrıcalık yüklemedim.
"ÜLKENDE ÖNCE İNSANINLA BULUŞACAKSIN"
Yılmaz Güney’le de yakın olan bir sanatçısınız. Yol’la ilgili polemikler olmuştu. Yol’dan geriye ne kaldı?
Yol’dan geriye sinema tarihimizin çok önemli bir durağı kaldı. Geriye dönüp bakanlar Cannes ödüllü bir film görecekler, bizi de anımsayacaklar belki. Yol Türk sineması için çok önemlidir. Anasından sinemacı doğmuş bir sanatçıdır Yılmaz Güney. Kimse kendini yırtmasın. Bu ülkenin Yılmaz Güney’i, Fazıl Say’ı var, Orhan Pamuk’u var Leyla Gencer’i var, Nazım’ı var, bu ülke çok yabana atılır bir ülke değil. Çoğu ülkeden çok ilerdedir bu anlamda. Yeter mi yetmez! Bir ülkenin sanatı illa dünyada temsil etmek zorunda değildir. Önemle olan o ülkede yaşayan insanları, yaşanan olayları aktarabilmesi ve tarih yazmasıdır. Ülkende önce insanınla buluşacaksın.
Oral Çalışlar’la da arkadaşsınız, Orhan Pamuk’la da Deniz Türkali’de ve rahmetli Atıf Yılmaz’la da… Atilla Dorsay’la geçenlerde bir röportaj yaptık. Tarık Akan’la tanışmasını anlattı dargınlıklarını, yaşadıklarını. Siz de arkadaşsınız Tarık Akan’la. Tarık Akan’ı kaybettiğinizde neler hissettiniz?
Çok geç haberimiz oldu hastalığından. Çok genç kaybettik… Didiştiğim bir arkadaşımdı. Çok özel filmler çektik birlikte. Şimdi aklıma geldi. Bu bile bir şey anlatır.
Yol filmini çekerken 3 kuruş paramız yoktu. Resmen iman gücüyle çekiliyordu filmler. Tren sahnesini çekiyorduk. Devletten tren tutmak çok çok zordu. Yılmaz abi içerde bir de! Kurtalan ve Diyarbakır treni vardı. Banliyö treni gibi. Bilet alarak bindik ekipçe. Başladık filmi çekmeye. Yılmaz Güney’in adını duyan yolculular figüranlık yaptı. Tarık’la sahnelerimiz vardı. Meral Orhonsay ile sahnelerimiz vardı. Gidiyoruz tıkır tıkır. Prodüksiyon amirine dedi ki Şerif Gören “Kondüktörü biraz oyala da yavaş gitsin tren, filmi çekebilelim.” İşte böyle film çekilen bir zamandı. Herkes bağırıyor, tezahürat ediyordu. Kompartımanda kafalarımız yan yana üşüyerek uyuyorduk Tarık’la. Bu bile önemli değil mi? Birlikteliğimiz, ortak heyecanlar, alttan alta rekabetler de bile vardır belki. Çok önemlidir. Yolcu ve Maden filmlerini beraber yaptık. Maden filmini çekebilmek için imkân arıyorduk. Önce ben veya Hakan Balamir – ben veya Fikret Hakan olarak düşünülmüştü. Tarık Akan ve Cüneyt Arkın yoktu başta. Büyük sinema yürüyüşünden sonra Cüneyt abiyi ikna edip film çekildi. Ben 3. adam olmayı kabul ettim. Bunu heyecanı ve ilişkimizi anlatmak için söylüyorum. Benim oynayacağım rolü oynamasına en ufak bir rahatsızlık duymadan işi gücü bırakıp gittim çalıştım. Biz öyle filmler çekmenin beraberliğinden geldiğimiz için Tarık hayatımda çok önemlidir. Ölmeden önceki 2 gün hastaneye yanına gidemedim. Ama telefonlaştık. Sesinden belliydi her şey. Helalleştik… Öyle…
Türk Sinemasından dizilere gelecek olursak, Reşat Nuri Güntekin’in Yaprak Dökümü uyarlamasında çok önemli bir rol üstlendiniz. Türk televizyon dizilerinin arasında çok önemli bir yerde. Dizi oyunculuğu ile sinema oyunculuğu yapmış birisiniz. Bu kadar başarılı nasıl oldunuz?
İnsan bazı şeyleri çok geç keşfediyor. Bir sürü filmde oynamıştım. Öncelikle içerik, senaryo, bizim kendi çizgimizde yapılan filmlerin heyecanıyla buluşma gibi. Bir süre sonra sen şahsileşmeye başlıyorsun. Aktörlük konusunda hazların da artıyor. Bir planı bile ciddiye alın derim öğrencilere. Bir plan üzerine yarım saat çalışıldığı olur. Bir plan bile çok önemlidir. Bu yüzden çok önemsedim. Film çekmek daha asildir diye saplantılarını fark ediyordum. Dizide çabuk yapacaksın, 90 dakikalık çekeceksin. Çok vahşi bir ortam tabii. Ama filmleri de öyle çektik biz. Şimdi karavanlar var. Makyözler var, kostümler var… Ben Abdi İpekçi’yi oynadım. Çok da şeref duydum bu rolü oynadığım için. Benzemek zorundasın tabii, kendim yaptım makyajımı, resimlere baka baka. En şık giyinen erkeklerden biriymiş. Kendim buldum kıyafetleri. Biz öyle filmler çektik. Şimdi her şey var dizilerde. Bizimse inancımız vardı. İman gücüyle çıkıyordu filmler. Bu dizidir, bu sinemadır asla demedim. Ben sadece şunu söyledim. Bir insan 5 yıl nasıl oynar aynı karakteri… Makineleşmekti bu. Her sahnede başka bir jest başka bir mimik kullandım. Mütevazılık yapmam o kadar aptal bir adam değilim. Çok iddialı bir adamımdır. Değme filmlerde rastlanmayacak sahnelerdi. İzliyorum oyunculuğumu ara ara.
Türk sinemasında sizin de söylediğiniz gibi ne varsa sizin kuşakta var. Şener Şen bir film çekti yıllar sonra Yol Ayrımı – Şener Şen’in oyunculuğu inanılmaz bir yükselişte. Kendi kuşağınızdaki oyunculara baktığınızda kendinize en yakın kimi buluyorsunuz?
Filmler seyrettiğimde anlatırım arkadaşlarıma. Bir sahne vardır çok güzel oynamıştır. Hemen ararım nasıl oynamışsın derim. Buluştukları karakterde içimi çeken şeyler olur. Öyle bir ayrım yapamıyorum ama. Bir filmde bazen heyecan duymuyorum bazısında çok beğeniyorum. Fatma Girik’le çok keyif alırım oynamaktan. Kadir İnanır’la da aynı şekilde.
Çok çok önemli yönetmenlerle çalıştınız. Ayla filmi Oscar’da bizi temsil ediyor. Yenilerden Daha filmi de var. Sizce Türk sineması şu an nasıl bir durumda?
Bütün filmleri seyredemediğim için mutlak bir şey söylemem. Ama çok film çekilmesi iyi bir şey. Film çekilemediği zamanlar olmuştu. Sinemalar kapanıyordu, seyirci gelmiyordu. Korkulu günler geçti. O dönemden çok iyi şu an. Ama bir diğer taraftan bakınca bu kadar da kolay film çekilmemeli. Senaryoyu eline alan 3 kişi dayanışma içinde çekiyor bu güzel ama bu kadar çok çekmek mesela İngiltere’de, Amerika’da yok. Herkes ilk filmini çekiyor burada. Öğrenciler toplaşıyor. Söylemek zorundayım ki; çok sancılı filmler görmüyorum. Mesela şimdi Ayla’yı görmedim konuşma hakkına sahip değilim. Ama bana diyorlar ki “Bir ağladık bir ağladık.” Kore beni o şekliyle ilgilendirmez. Beni Kore’ye savaşmaya giden insanlarımızın dramı ilgilendirir. İnanılmaz acılar yaşamış Kore’ye savaşmaya giden insanlar. Kore başka bir şey demek benim toplumumun hayatında. Bizim insanımızın ne işin vardı orada gitti, kim gönderdi oraya şehit bıraktınız insanları. Ben o filmi çekerdim. Bence bu toplumun acısı o.