Vizyonda Bu Hafta; Daha
Türkiye prömiyerini 24. Adana Uluslararası Film Festivali’nde yapan ve festivalin Ulusal ve Uluslararası Uzun Metraj Film Yarışması seçkisinde yer alan “Daha” geçen sene seyrettiğim en iyi Türk filmiydi. Hakan Günday’ın aynı isimli romanından beyaz perdeye aktarılan filmde edebiyat uyarlaması gibi zor bir tür ile yönetmenliğe adım atan Onur Saylak çok zor bir işi kusursuz bir çalışmayla kotarmış ve alnının akıyla ilk yönetmenlik denemesinde rüştünü ispatlamıştı. Tüm dünyanın mülteci meselesiyle ilgili bir sınav verdiği günümüzde içinde bulunduğumuz zamanın ruhuyla da özdeşleşen bu filmi doğrusu vizyonda yeniden seyretmek için can atıyorum.
Başarısız edebiyat uyarlamalarının çokluğu nedeniyle genel olarak edebiyat çevrelerince bir eserin sinemaya uyarlanması fikrine pek sıcak bakılmaz. Çünkü bilindiği üzere; esere sadık kalmayan her uyarlama, eserin yeniden yorumlanmış bir versiyonu demektir. Sinemacının uyarlama yaptığı romanı kendi bakış açısına, ticari kaygısına, ideolojisine göre yorumlaması, uyarlanan eseri bambaşka bir hale dönüştürmesi uyarlamaların en büyük handikabıdır. Bir eserin yorumu, okuyan kişinin okuma tekniği ve bakış açısına göre değişebileceği için bir roman pek çok farklı şekilde okunabilir. Bir okuma; zaman, mekan, karakter, yazar odaklı yapılabileceği gibi konuya duygusal, sosyal, siyasi, dini gibi pek çok açıdan bakılarak bambaşka şekillerde algılanabilir. Bu nedenle herkes okuduğu eseri kendi dünyasında istediği gibi canlandırdığı için mutlak bir doğru da olmadığından sinemadaki bir edebiyat uyarlaması, eseri daha önceden okuyan kişiyi tatmin etmeyebilir.
Dolayısıyla, sinema tarihinde çokça örneğini gördüğümüz; kimisi hayal kırıklığı yaratan kimisi yazarın anlatımına sadakatiyle övgüye boğulan edebiyattan sinemaya uyarlanmış yapımları düşündüğümde “Daha” filminin, eserin özüne sadık kalan bir edebiyat uyarlaması olarak sinema tarihine şimdiden adını kocaman harflerle yazdığını söyleyebilirim. Filmin başarısı öyle bir şey ki; ne eser sahibi Hakan Günday’ın edebi şöhretine, ne de filmin yönetmeni Onur Saylak’ın aktörlüğüne dayanan popülerliğine sırtını yaslamıyor.
Filmi özetlemek gerekirse; dünyanın bir tarafında insanlar, ülkelerindeki savaş, açlık ve yoksulluktan kaçmak için sonu bilinmeyen karanlık bir yolculuğa çıkar. Ve nihayetinde kendilerini Türkiye’de bulurlar. Fakat film Türkiye’ye kaçak giriş yapan bu mültecilerle ilgili değil, film onların ülkeye kayıt dışı giriş yapmasını sağlayarak onlar üzerinden parasal kazanç elde eden Ahad ve oğlu Gaza ile ilgili.
Gaza henüz gençliğinin baharında ama hayat ve insana dair öğrenmesi gereken ne varsa hepsini öğrenecek yaşta. Babası Ahad ise görünürde meyve-sebze nakliyecisi fakat aslında o bir insan kaçakçısı. Gaza da onun çırağı. 14 yaşındaki Gaza, yaşadığı küçük sahil kasabasındaki koşulların tüm yetersizliğine rağmen dahi denebilecek bir çocuktur.
İçinde bulunduğu koşullar ve otoriter babasının baskısı nedeniyle hiç ders çalışamasa da okulunu başarıyla bitirir, girdiği sınavlarda Türkiye çapında dereceye girer. Gaza’nın hayali yaşadığı kasabadan ayrılarak büyük şehirde okumaktır. Fakat o okula gitmek yerine babasının onu insan kaçakçılığı şebekesinin bir parçası haline getirmesiyle suçla tanışır. Bu yüzden istemeyerek de olsa ergenliğini, babasının yanında ve mültecilerle bir arada geçirmek zorunda kalır.
Ahad Suriye’den kaçan ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya giriş yapmayı planlayan mülteciler Türkiye karalarına ulaştığında onları topluca 20’şer 30’ar şekilde nakliye aracının kasasına gizleyerek yaşadığı eve doğru yol alır. Daha sonra evin garajında bulunan mahzende insanları istiflercesine geçici bir süre saklanmalarını sağlar. Gaza ise mahzendeki bu insanların yiyecek ve su gibi temel ihtiyaçlarını sağlamak ve bu kişileri koordine etmekten sorumludur. Görev onun için pek kolay değil. Her şeyden önce kültürel farklılıklar ve ortada bir dil engeli var. Suriyeliler Türkçe bilmiyor, Türkler Arapça konuşmuyor. Fakat Gaza okulda karşılaştığı herhangi bir karmaşık sorunu çözer gibi kendisine verilen durumla kısa sürede baş etmiş görünüyor. Hatta mültecilerin kısa bir süre için burada sığınacaklarını düşünmesine rağmen mahzeni yeniden düzenleyerek mültecilerin yaşam standartlarını iyileştirmeye çalışıyor. Ta ki bu sürecin pek de düşündüğü gibi olmadığını öğrenene dek…
Sonrasında hiç istemediği bu zoraki yaşam koşulları Gaza’da ağır ağır travmatik ve fiziksel dönüşümlere neden olunca insanlığın en temel yozlaşmaları, acımasız ve uzlaşmaz bir şekilde gün yüzüne çıkıyor. Gaza içine düştüğü bu durumun etkisiyle önce etrafındakilere sonra kendisine büyük zararlar vermeye başlıyor.
Ahad rolünde Ahmet Mümtaz Taylan’ın, Gaza rolünde ise Hayat Van Eck’in yer aldığı film tartışmasız iki oyuncunun birbiriyle olan etkileşimiyle de övgüyü hak ediyor. Bugüne kadar 30’dan fazla filmde rol almış Ahmet Mümtaz Taylan gibi profesyonel bir oyuncunun ilk defa kamera karşısına geçen Hayat Van Eck’in yeteneğini dışa vurmasında da çok büyü rolü olduğu düşünüyorum. Bu yüzden ilk rolü olmasına rağmen insanı derinden sarsan, dahilik ile delilik arasındaki performansıyla insanı koltuğunda titreten Hayat Van Eck’in “Daha” filminin tartışmasız en öne çıkan oyuncusu olduğu aşikar. Oyuncunun Adana Uluslararası Film Festivali’nin ödül gecesinden önce Sayım Çınar ile yaptığı röportajda anlattığı üzere filmden önce romanı okumamış birinin Gaza karakterine böylesi bir doğallıkla hayat vermesi övgüyü hak eden bir başarı. Yine Ahmet Mümtaz Taylan’ın daha evvel Sayım Çınar’a verdiği bir röportajda da belirttiği üzere; gerçekten oyunculuk hamurunda samimiyet varsa çalışıyor. Hani teknik, eğitim, bilgi, görgü, tecrübe bunlar önemlidir ama saydığımız donanımların çimentosu samimiyet değilse, oyunculuk sırıtıyor ve inandırıcılığını yitiriyor.
Özetlemek gerekirse; “Daha” filminden çıktıktan sonra belki bir süre mideniz ağrıyacak ve dışarda bile klostrofobi duygusunu yaşayacaksanız fakat insan kaçakçılığı, kitle davranışları, akıl hastalığı, toplumsal bir olgu olarak linç, otorite karşısında bireylerin davranışları ve otorite figürünün iç dünyası üzerine uzun uzun düşünmeye sevk edecek eşsiz bir sinema seyretmiş olacaksınız.
Dünya prömiyerini Çek Cumhuriyeti’ndeki Karlovy Vary Uluslararası Film Festivali’nde yapan Daha, Malatya Film Festivali’nde En İyi Film, En İyi Erkek Oyuncu, Umut Vaat Eden Erkek Oyuncu ve Uluslararası Jüri Özel Ödülü; Adana Film Festivali’nde ise İzleyici Ödülü, SİYAD En İyi Film Ödülü, Yılmaz Güney Ödülü ve Umut Veren Genç Erkek Oyuncu Ödülü kazandı.